Avrupa idealini, geçmişten bugüne taşıdığı misyonu ve bugün geldiği noktayı tartışmak için birkaç anahtar kavrama ihtiyacımız olacak. Liberal demokrasinin toplumlara sundukları üzerinden bugün bunların neresinde olunduğu ile ilgilenmemiz gerek: sosyal adalet, refah, ilerleme, kuşatıcılık/kapsayıcılık, insan haklarının herkese eşit ve aynı oranda tatbiki, insan onurunun korunmasına dönük hassasiyet.
Modern dönemde henüz yakın geçmişte II. Dünya Savaşı’nın, yukarıda sayılan tüm bu unsurların tamamını ortadan kaldırdığı bir iklimin tam tersinin yeşermesi için Avrupalı uluslar bir araya geldi ve içinde bulunduğumuz çatı yapı da dahil olmak üzere uluslar-arası ve uluslar-üstü normlar ve kurumlar inşa etti. Tartışmasız bu, yakın tarihte görülen en ilerici, cesur ve başarılı adımlardan bir tanesiydi. Üst norm ise liberal demokrasi ve onun ilkeleri idi.
Soğuk Savaş dönemi, bu bağlamda, Avrupa için bunlardan yana sorunsuz ve engebesiz bir patikada ilerleme imkânı sağlarken bir yandan da Avrupa demokrasilerinin siyasi, kültürel, sosyolojik ve iktisadi gelişimi ve yerleşmesi için oldukça elverişli bir zemin sundu Avrupa’ya. Bir yandan bir blok siyasetinin konformizmine yaslanırken o arada kendisini tamir etme, gelişim sürecini ilerletme ve tahkim etme imkânı buldu.
Fakat kanaatimce Avrupa siyaseti, sosyolojik ve kültürel projeksiyonu ve ekonomik geleceği açısından asıl test, Soğuk Savaş siyasetinin o örten, erteleyen, muhafaza eden ve zaman kazandıran konformizm alanından çıkış anlamına gelecek olan Soğuk Savaş döneminin kapanmasıyla başladı.
Küresel ve ulusal siyasetler yepyeni, daha belirsiz, daha kaotik, daha korunaksız bir açık alanda kaldılar. Buradan türeyen yeni çatışma ortamları, bunların sonuçları olarak uluslararası göçün yayılması ve hızlanması, ekonomik daralma ve sıkışmalar, mikro-milliyetçilikler, devlet-dışı yapıların siyasete entegre olarak siyasal alanı enfekte etmesi, küresel ve bölgesel terörizmin devletler arası mücadelede bir manivela olarak kullanılması dönemi başladı.
Nitekim Soğuk Savaş’ın bitiminin hemen ertesinde 90’ların başlarında Avrupa kendi coğrafyasında bunu önce Bosna Savaşı ile sonrasında da Kosova Savaşı ile yaşadı. Buralarda vereceği sınav, Avrupa’nın siyasi etkisine, vizyonuna ve sosyolojik projeksiyonuna da ışık tutacak bir işaret anlamına gelecekti.
Ben Avrupa’nın bu korunaksız yeni siyasi ve sosyolojik zeminde önce kendisine ilişkin, beraberinde ise herkesi sürükleyecek bir vizyon geliştiremediğini düşünüyorum. Bu testlerle başlayan politikasızlık, 11 Eylül sonrası Amerikan siyasetine -Avrupa açısından olumsuz şekilde- angaje oluş biçimiyle devam etti. Balkanlar, Orta Doğu, Afrika ve okyanus aşırı sorunlara geliştirdiği reaksiyon biçimi ve politik etkisizliği, dünya ulusları nezdinde olduğu kadar Avrupa’nın kendi toplumları nezdinde de biriken bir hayal kırıklığına ve gelişen bir dip dalgaya evrildi. Bu, en temelde, Avrupa’nın ana-akım siyaset tarzına, anlayışına ve buradan türeyen uygulamadaki ciddi sıkıntılara dönük bir hayal kırıklığı ve tepki dalgasıydı.
Bu yüzden Avrupa, iç siyasi ve sosyolojik dinamiklerinin nereye evrileceğinden küresel ölçekte yaşadığı ciddi itibar ve değer kaybı problemine, Rusya-Ukrayna-NATO bağlamında savunma-güvenlik mimarisini nasıl şekillendireceğinden post-Amerikan Avrupa formasyonunu nasıl biçimlendireceğine kadar karşısında duran temel meydan okumalara bu temel tartışma zemininden yola çıkarak bakmalı ve çözüm perspektifini buradan ele almalı. İfadelerini kullandı.
(MalatyaTarafsızHaber) Malik Dinç
|